15 Mart 2024

CHP, kuş mu deve mi olacağına karar veremezse…

Tek adam rejiminin yol açtığı toplumsal-siyasal çürümeyi engelleyecek, ortak vatanda hak, hukuk, adalet içinde ortak yaşamı sağlayıp ülkeyi yaşanabilir kılacak güçlü ve -sözde değil özde- demokratik bir muhalefete ihtiyaç var. Ana muhalefet partisinin kendini toparlaması ve demokratik güçleri kendi etrafında toplaması (6'lı Masa gibi değil, turnusol kağıdı Kürt meselesi olan gerçek demokratik güçler) bu yüzden önemli

Çizim: Aydan Çelik

Siyasî partiler; ister sınıf partisi ister kitle partisi olsun bir toplum vizyonu, ideolojik bir hat, bir dünya görüşü çerçevesinde şekillenir. O vizyon programlarına yansır, topluma ve seçmen kitlelerine sunulur. Partiler yönetimlerinin, sözcülerinin, üyelerinin, hatta yandaşlarının sözleri ve edimleriyle sınanırlar. Seçmenlerin büyük çoğunluğu programları okumaz, parti belgelerine bakmaz. Partinin söylem ve eyleminin kendi düşünceleri, çıkarları, beklentileri, psikolojik durumuyla ne kadar örtüştüğüdür önemli olan.

Program, yönetim ve taban, diyalektik ilişki içinde bir bütündür, birbirlerini etkilerler. Sağlıklı bir parti işleyişinde bu etkileşim partinin programına yansıyan siyasî-ideolojik hattının, ilkelerinin korunmasını ya da zamanın ruhu ve ihtiyaçlarına göre değiştirilip geliştirilmesini sağlar. Bir siyasî partide yöneticilerin bir bölümü bir hava öteki bölümü başka bir hava çalarsa, taban kendi havasında, yetmedi başka siyasal partilerin davulu zurnasıyla oynarsa ne olur? Kısa cevap: CHP'de olanlar olur.

CHP beni pek fazla ilgilendirmiyor. 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir de 2019 seçimleri yenilendiğinde İBB başkanlığı için İmamoğlu hariç CHP adaylarına oy vermiş değilim. Oyumu her zaman HDP/DEM geleneği partilerine ve adaylarına kullandım. (Merak eden olursa hemen söyleyim: bu defa yine İmamoğlu'na vereceğim. Nedeni başka bir yazının konusu.)

Ancak, tek adam rejimi altında hızla çöküşe sürüklenen bir ülkenin yurttaşı olarak, bu gidişata set çekmesi umut edilen ana muhalefet partisinin durumu beni ilgilendiriyor. Ve bu durum hiç de iç açıcı değil.

Gün geçmiyor ki CHP cenahında partinin sosyal demokrasiden esinlenmiş programı ile, demokrasi, laiklik, özgürlük iddiası ile, kitle partisi olma savıyla çelişen bir olaya şahit olmayalım. Bu durum seçim dönemlerinde daha da göze batar hâle geliyor, çünkü bir yandan oy hesapları öte yandan kişisel hırslar ilkelerin önüne geçiyor.

Afyon yol kazasıysa Bolu nedir?

Yerel seçimler arifesinde, CHP'nin başını ağrıtan, pek çok abuk subuk yoruma da neden olan Afyon belediye başkan adayı Burcu Köksal'ın söylemi, ana muhalefet partisinin çıkmazlarından birine iyi bir örnek. Bu hanım, belediye başkanı olursa belediyenin kapılarının DEM Parti hariç herkese açık olacağını söylerken, CHP Genel Başkanı'nın tevil etmeye çalıştığı gibi dil sürçmesinin kurbanı değildi, has düşüncesini dile getirmişti. Nitekim, "Sözlerimin arkasındayım" diyerek Özel'i boşa düşürdü.

Burcu Köksal istisna değil, özellikle Ege ve İç Ege'deki CHP kadrolarının ve destekçilerinin küçümsenmeyecek bir bölümünün tipik örneğidir. Beyanı, seçim yatırımı, oy kaygısı falan değil Türk devletinin kadim Kürt fobisi, bölünme kaygısı ve buna dayanan zihniyetin dışavurumudur.

Diyelim ki Burcu Köksal vakası bir yol kazasıydı; peki… ırkçı, ayrımcı söylem ve edimleri yüzünden Kılıçdaroğlu döneminde partiden ihraç edilen Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan'ın "değişimci" yeni yönetim tarafından partiye buyur edilmesine, yetmedi yeniden aday yapılmasına ne demeli!

Aday gösterilmediği için küsüp kendi adaylığını koyan Bakırköy Belediye Başkanı Bülent Kerimoğlu'nun DEM partinin de desteklediği Esenyurt CHP adayı Ahmet Özer'i "Ayrımcı Kürt siyaseti güdüyor," diye eleştirmesi de aynı zihniyetin başka bir örneği.

2020'ler Türkiye'sinde ırkçı milliyetçi çizginin derin devlet destekli baş temsilcisi ile dönemin CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun yaptığı gizli protokolü de unutmayalım.

Parti içi demokrasi değil, parti içi keşmekeş

Benzer konular dile getirildiğinde CHP yöneticilerinin veya destekçilerinin cevabı "Biz demokratik bir partiyiz, bizde her şey tartışılır," oluyor. Demokratik merkeziyetçi partilerde her şey tartışılır, doğru; ancak bu tartışmalarda partinin programı, temel ilkeleri, partinin ideolojik hattı, vizyonu belirlendikten sonra yöneticiler ve üyeler buna uyarlar. CHP'de gözlemlediğimiz durum böyle değil. "DEM Parti veya Kürtler kapıdan giremez," diyenlerle "DEM Parti ile ittifak yapılabilir, Kürt seçmen başımızın tâcıdır," diyenlerin; veya "Örtülüleri gördüm mü şeytan görmüş gibi oluyorum" diyen, İslamî geleneğe atıf yaptığı için içinde Allah olan veya dinî anlam yüklü hiçbir deyim kullanmayan CHP yandaşlarıyla (Allah korusun, Allah bağışlasın, Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın, Allah'a ısmarladık demediğini söyleyen sıkı CHP'li biriyle tanıştım mesela) otoriter-dayatmacı laikliği değil özgürlükçü laikliği savunanların birarada olmaları, demokratik bir ortam değil, olsa olsa keşmekeş doğurur.

CHP'nin eski - yeni yönetim kadrolarının ve tabanının önemli bir bölümü zihniyet olarak İYİ Parti'ye yakındır. Türkçü ulusalcılık ve ırkçı milliyetçilik arasında güçlü bir geçişkenlik, bıçak sırtı bir sınır vardır. Kürt meselesi, daha doğrusu Kürt fobisi, ikisini birbirine akraba kılan, birleştiren temel öğedir.

Seçimlere beş kala bu yazı nereden mi çıktı?

CHP beni pek ilgilendirmiyor, diye yazdım birkaç paragraf önce. Yalan mı söyledim? Hayır. CHP ilgilendirmiyor ama bir türlü vazgeçemediğim, umudumu kestiğimi söylemeye dilim varmayan bu ülke beni hâlâ ilgilendiriyor. Ben geldim gidiyorum; ama pırıl pırıl insanlar, adalete, özgürlüğe, demokrasiye, refaha hakkı olan milyonlar yaşıyor bu topraklarda. Yanlışıyla doğrusuyla , 84 yıllık bir ömrün 65 yılını "ne ezen ne ezilen" diyerek, aşımızda işimizde, sulh sükûn içinde yurttaşlar olarak yaşayabilmek için mücadeleyle geçirdim; yani emeğim var, kıyamıyorum. Bu satırları yazarken kendi sol kuşağımın duygularına da tercüman olduğumu sanıyorum.

Tek adam rejiminin yol açtığı toplumsal-siyasal çürümeyi engelleyecek, ortak vatanda hak, hukuk, adalet içinde ortak yaşamı sağlayıp ülkeyi yaşanabilir kılacak güçlü ve -sözde değil özde- demokratik bir muhalefete ihtiyaç var. Ana muhalefet partisinin kendini toparlaması ve demokratik güçleri kendi etrafında toplaması (6'lı Masa gibi değil, turnusol kağıdı Kürt meselesi olan gerçek demokratik güçler) bu yüzden önemli.

CHP'nin kendini toparlaması için kuş mu deve mi olacağına, yani Burcu Köksalgiller, Tanju Özcangiller'le mi yoksa barışçı, özgürlükçü, eşitlikçi kadrolarla mı birlikte yürüyeceğine karar vermesi gerekiyor.

Son günlerde sıkça yaşanan "yol kazaları" olmaması için önce yolun temizlenmesi, düzeltilmesi, yüz yıl öncesine ait yıpranmış taşların değiştirilmesi lazım. CHP bunu yapabilir mi? Kitlelere seslenirken sadece seçim ve oy hesaplarına göre söylem kurmazsa, "Devlet"in günümüzde sadece pranga olan kadim kırmızı çizgilerini aşmayı, en azından gözden geçirmeyi başarırsa: evet. Aksi halde, günümüzün diğer partileri gibi o da çözülmeye, dağılmaya yazgılı.

Yazık!

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tövbe bozduran gelişmelere karşı "Savaş değil aş" diyebilmek

Yayılmacı, savaşçı siyaset ve zihniyet her yerde, he zaman halkın yoksullaşmasına, adaletin yok edilmesine, özgürlüklerin kısıtlanmasına, iç barışın zedelenmesine yol açar

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

"
"